booked.net
 
 

 

Damat

  Temel sorular




Etyen Mahçupyan
23.02.2012
E-Posta

Tarihsel olayları anlamaya, onları yansız bir biçimde değerlendirmeye çalışmak kolay iş değil.

Tarihi tarihçilerden öğrenmek zorundayız ama o tarihçiler de hemen her zaman başka tarihçilerin ve nihayette kendi dönemini gözlemleyen insanların önermelerini takip ediyorlar. Bu kişilerin hepsinin birden önyargısız olma, bilerek ya da bilmeyerek yaşanmış olanı çarpıtmama ihtimali ise epeyce zayıf. Bu durumda tarih karmaşık bir geçmişten, bizim kulağımıza uygun gelen, anlaşılır ve mantıklı bir 'hikâye' oluşturmaya dönüşüyor. Tarihçinin namusu, eldeki olgu ve bilgilerin hiçbirini dışarda bırakmayacak ve onları bilinçli olarak manipüle etmeyecek bir anlatı oluşturmakla sınırlı. Bu durum, aynı olaya ilişkin farklı tarih söylemlerinin üretilmesine neden oluyor ve bizler bunların arasında salınıp duruyoruz.
Yapabileceğimiz şeylerden biri, bu tarihsel söylemlerin apaçık olguları bize ulaşmış bilgiler çerçevesinde ele alıp almadıklarına bakmak. İçsel tutarlılığı sağlamak uğruna gerçekliği göz ardı etmek veya çarpıtmak türü yollara girip girmediklerini sınamak... 1915 Ermeni tehcirine ilişkin olarak da en azından üç temel soru var.
Birincisi 'erkekler nerede' sorusu... Talat Paşa'nın defterinde de kaydedildiği üzere Ermenilerin, Edirne'den Kars'a onlarca kafile halinde yürütüldüğünü ve bunların esas olarak kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan oluştuğu konusunda söylem birliği mevcut. Öte yandan Türk milliyetçisi tarihçilerin tezine göre 'aynı dönemde' Ermeni çeteleri isyan halindeydi ve yüzbinlerce insan öldürdüler. Acaba bu erkekler, kendi eşleri, çocukları, anne ve babaları az sayıda jandarma eşliğinde sürgüne giderken, onları niçin kurtarmaya çalışmadılar? Kafilelere saldıran çapulcu çetelere karşı niçin savaşmadılar? Ayrıca acaba bu çeteler bir araya gelip niçin bir isyan başlatmadılar? Düşünün ki o yıllarda Ermeni nüfusu bir buçuk milyondu ve kabaca üçyüz bin eli silah ......

Kaynak : http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1032
Köşe yazısının tamamını görmek için tıklayınız.


Bu köşenin ters köşe yazıları;


  Soykırım nedir ne değildir


Adaletli yargıç
“Soykırım” terimi 1944 öncesine kadar mevcut değildi. Soykırım, bir grubun varlığını ortadan kaldırma amacıyla gruplara karşı işlenen şiddet içeren suçlara karşılık gelen çok özel bir terimdir. İnsan hakları, ABD Hakları Bildirgesi ya da 1948 Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'nde görüldüğü üzere, bireylerin haklarıyla ilgilidir.
1944'te, Raphael Lemkin (1900–1959) isminde bir Polonyalı-Yahudi, Avrupalı Yahudilerin imha edilmesi de dâhil, sistematik cinayet içeren Nazi politikalarını tanımlamaya çalıştı. Irk ya da kabile anlamında Yunanca geno kelimesini, öldürmek anlamındaki Latince cide kelimesiyle birleştirerek “genocide” (soykırım) kelimesini oluşturdu. Bu yeni terimi önerirken, Lemkin'in aklında “toplulukları ortadan kaldırmak hedefiyle ulusal toplulukların yaşamının esas temellerini imha etmeyi amaçlayan çeşitli eylemlerden oluşan bir koordineli plan” vardı. Bir sonraki yıl, Almanya, Nuremberg'de toplanan Uluslararası Askerî Mahkeme'nin üst rütbeli Nazilere karşı suçlaması “insanlığa karşı işlenen suçlardı. “Soykırım” kelimesi hukukî değil de, tanımlayıcı bir terim olarak iddianameye dâhil edildi.
Birleşmiş Milletler 9 Aralık 1948'de, Holokost'un gölgesinde ve Lemkin'in yorulmak bilmez şahsî çabalarının da önemli katkısıyla Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni onayladı. Sözleşme “soykırım”ı sözleşmeye taraf ulusların "önlemeyi ve cezalandırmayı üstüne aldığı" bir uluslararası suç olarak tayin etti. Soykırım sözleşmede aşağıdaki gibi tanımlanır:
Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu, kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur:
(a) Gruba mensup olanların öldürülmesi,
(b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel ya da zihinsel zarar verilmesi,
(c) Grubun bütünüyle ya da kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
(d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla önlemler almak,
(e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek,
Tarih boyunca birçok grup-hedefli şiddet vakası vuku bulmuşken ve hatta Sözleşme yürürlüğe girdiğinden bu yana, terimin hukukî ve uluslararası gelişimi iki ayrı tarihsel döneme yoğunlaşır: Terimin keşfinden uluslararası hukukta kabulüne kadarki dönem (1944–1948) ve soykırım suçunu kovuşturmak için uluslararası suç mahkemelerinin kurulmasıyla terimin etkinleştiği dönem (1991–1998). Sözleşmenin diğer bir temel yükümlülüğü, soykırımı önlemek, ulusların ve bireylerin yüzleşmeye devam ettikleri bir zorluk olarak duruyor.

Soykırımın tarihteki tanım kronolojisi ise şöyle;

1933: Adolf Hitlerin Yükselişi
Adolf Hitlerin 30 Ocak 1933'te Şansölye olarak atanmasıyla, Nazi Partisi Almanya'nın kontrolünü ele geçirdi. Kasım ayında, Alman delegeler Cenova'da ki silahsızlanma görüşmelerinden ayrıldı ve Nazi Almanya'sı Milletler Cemiyeti'nden çekildi. Kasım ayında, Madrid'deki uluslararası bir hukuk konferansında Raphael Lemkin (sonradan soykırım sözcüğünü üreten kişi) grupların korunmasına yönelik yasal önlemlerin alınmasını önerdi. Önerisi desteklenmedi.
1939: II. Dünya Savaşı
II. Dünya Savaşı, 1 Eylül 1939'da Almanya Polonya'yı işgal ettiğinde, bu durumun antlaşma uyarınca Anglo-Fransız'ların Almanya'ya karşı savaş ilan etmesi ile başladı. 17 Eylül 1939'da Sovyet ordusu Polonya'nın doğusunu işgal etti. Lemkin Sovyetler Birliği'ni geçerek Polanya'ya firar etti ve sonunda Birleşik Devletlerine ulaştı.
1941: Adı konulmamış suç
22 Temmuz 1941'de Nazi Almanya'sı Sovyetler Birliği'ni istila etti. Alman Kuvvetleri doğuya doğru ilerlerken SS, polis ve askerî personel halka zulmetti ve durum İngiliz Başbakanı Winston Churchill'in Ağustos 1941'de şu sözleri söylemesine yol açtı: “Adı konulmamış bir suça tanık oluyoruz”. Aralık 1941'de Birleşik Devletler, Müttefik Kuvvetlerin yanında II. Dünya Savaşı'na girdi. 1941'de mülteci olarak Amerika Birleşik Devletleri'ne gelen Lemkin, Churcill'in sözlerini duymuş ve Churchill'e yanıt olarak “genocide” (soykırım) sözcüğünü ortaya attı.
1944: “Genocide” sözcüğü bulundu.
Nazi liderliği kitle cinayetini araç olarak kullanarak, zorla Avrupa'nın etnik oluşumunu yeniden yapılandırmayı hedefleyen bir dizi nüfus politikası oluşturdu. Söz konusu politikalara kitle cinayetini içeren, artık Holokost diye bahsettiğimiz olay, yani bütün Avrupalı Yahudilerin, Avrupa nüfusundaki Romanların (Çingene) çoğunluğunun öldürülmesi girişimi, Polonya ve eski Sovyetler Birliği'ndeki sınıf liderliğinin ortadan kaldırılması girişimi dâhildir. Ayrıca bu politikalara artık etnik temizlik diye isimlendirdiğimiz, kaba kuvvet ve cinayet yoluyla gerçekleştirilecek daha küçük çaptaki yeniden yerleştirme politikası da dâhildi. Washington DC'ye taşınan ve Birleşik Devletler Savaş Bakanlığı ile çalışan Raphael Lemkin, 1944'te Axis Rule in Occupied Europe isimli yazısında “genocide” sözcüğünü ortaya attı. Söz konusu metin Nazilerin ele geçirdiği topraklardaki yıkım ve işgal yöntemlerini belgeledi.
1945–1946: Uluslararası Askerî Mahkeme
20 Kasım 1945 ve 1 Ekim 1946 arasında, Nuremberg'deki Uluslararası Askerî Mahkeme önde gelen Nazi liderlerinden 22'sini barışa karşı işlenen suçlar, savaş suçları ve insanlık suçları ve bu suçların her birine işlenilişine katılım iddialarıyla savaşın önde gelenlerini yargıladı. Uluslararası mahkeme, ilk kez ulusal liderleri adaletin önüne getirecek savaş sonrası mekanizmalar olarak kullanıldı. “Genocide” hukukî olarak değil, tanımlayıcı bir ifade olarak iddianamede yer aldı.
1947–1948: Soykırıma ilişkin uluslararası sözleşmenin oluşturulması
Raphael Lemkin “genocide” sözcüğünü dünyanın her yerinden gelen delegelerin soykırımla ilgili uluslararası terimleri tartıştığı, henüz tam olgunlaşmamış Birleşmiş Milletlere getirdi. 8 Aralık 1948'de, nihai metin oybirliğiyle kabul edildi. Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlemesi ve Cezalandırması Sözleşmesi, 20 ülkenin onaylamasının ardından 12 Ocak 1951'de yürürlüğe girdi.
1950–1987: Soğuk Savaş
Sivil halka karşı işlenen büyük suçlar II. Dünya Savaşı'ndan sonra ve Soğuk Savaş sırasında çok yaygındı. Bunların “genocide-soykırım” olup olmadığı, soykırım suçunu Soykırım Sözleşmesi’ne taraf olarak önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt eden ülkeler tarafından pek düşünülmedi.
1988: Birleşik Devletler Soykırım Sözleşmesi'ni imzaladı
5 Kasım 1988'de, ABD Başkanı Ronald Reagan Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlemesi ve Cezalandırması Sözleşmesi'ni imzaladı. Birleşik Devletlerin ulusal bağımsızlığını kısıtlayacağı gerekçesiyle sözleşmeye karşı çıkanlar ve destekleyenler vardı. Sözleşme'nin ateşli savunucularından Wisconcin Senatörü William Proxmire, 1968–1987 yılları arasında Kongre'de Sözleşme'nin imzalanmasını destekleyen 3.000'den fazla konuşma yaptı.
1991–1995: Eski Yugoslavya Savaşları
Eski Yugoslavya savaşları ağır savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlarla göze çarpar. Bosna'daki çatışma (1992–1995) II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'daki en sert savaşların ve katliamların olmasına yol açtı. Küçük bir kasaba olan Srebrenitza'da, 7.800 Bosnalı yetişkin erkek ve çocuk Sırp Kuvvetleri tarafından öldürüldü.
1993: Karar 827
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Lahey'de eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY) kurulmasını öngören, Bosna'daki zulümlere yanıt niteliğinde karar 827'yi yayınladı. ICTY Nuremberg'den bu yana kurulan ilk uluslararası ceza mahkemesiydi. ICTY'nin soruşturabileceği ve yargılayabileceği şunlar şunlardır: 1949 Cenevre Sözleşmesi'nin ağır ihlalleri, savaş kanunları ya da geleneklerinin ihlali, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar. Mahkemenin karar yetkisi eski Yugoslavya topraklarında işlenen suçları kapsıyordu.
1994: Ruanda Soykırımı
Nisan'dan Temmuz'a kadar, çoğunluğu Tutsi azınlık grubundan 800.000 kadar insan Ruanda'da öldürüldü. Muazzam bir boyut, kapsam ve hızla öldürüldüler. Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi ICTY'nin kapsamını genişleterek Raunda için Tanzanya, Arusha'da ayrı fakat bağımlı bir mahkeme, Uluslararası Raunda Ceza Mahkemesi (ICTR) kurulmasını sağladı.
1998: Soykırım suçundan ilk mahkûmiyet
Jean-Paul Akayesu'nun Taba kasabasının belediye başkanıyken iştirak ve idare ettiği soykırım suçu ve insanlığa karşı suç kapsamındaki eylemleri nedeniyle suçlu bulunduğu 2 Eylül 1998'de ICTR dünyada tarihinde ilk kez soykırımı suçu nedeniyle mahkûmiyet kararı verdi.
Söz konusu mahkemeler ve kurulmakta olan Uluslararası Ceza Mahkemesi hukukî anlamda emsallerin ortaya çıkmasına ve kendi yargı yetkileri kapsamında suçların tahkik edilmesine yardımcı olsa da, soykırım suçunun cezalandırılması zor bir iştir. Bundan daha da zor olan, soykırımın önlenmesidir.
2004: Darfur'daki Soykırım
Birleşik Devletler tarihinde ilk kez, devam etmekte olan bir kriz “soykırım” adlandırıldı. 9 Eylül 2004'te, Devlet Bakanı Colin Powell Senato Dış İlişkiler Komitesi huzurunda şöyle bir ifade verdi: “Darfur'da soykırım yapıldığı ve hâlâ yapılmakta olduğu sonucuna vardık—vardım. Bu soykırımdan Sudan Hükümeti ile Janjaweed sorumludur”.





  Dokun,Anla ama Yüzüne bakma


nezihi ateş
Yazara birkaç gündür bir yorum yazmaya çalışıyordum. Ancak ince, kıvrak zekası nedeniyle zorlandığımı söylemem gerek. 22/02/2012 dün tarihli yazısına da katılmamak haksızlık ve bağnazlık olacaktı. Bu durumda, akıl dolu son paragrafın üzerine bize ancak şapka çıkartmak düşeceğinden, aşağıdaki daha önceden derlemeye çalıştıklarımı yazarak Sayın yazarın cümlelerine yürekten katılarak konuyu bu pencereden sonlandırmak isterim.
Soykırım, 1944 den önce adı konulamamış bir suçtur. İşlenen suçlar karşılığında bir ceza olmalıdır. Ceza ise Hukuk içerisinde değerlendirilmelidir. Bugüne kadar bu durumun geriye dönülerek Hukuk içerisinde değerlendirilememiş olması herhalde bir Hukuki imkânsızlık nedeniyledir. Sayın yazarın da 22/02/2012 tarihli yazısında belirttiği gibi Osmanlı devletinin bu tehcir sırasında ‘hatalı’davranmış olanları olayların akabinde yargılayıp astığı doğrudur. Vicdanları rahatlatmamış bu yargılamaların zaten göstermelik oldukları da tartışılabilir.
Ancak geçmişteki bu acı olaya ad koymaya çalışmak amiyane tabiriyle, Hukuken doğmamış çocuğa don biçmeye çalışmaktır. Yapılan insanlık dışı ve yanlıştır. Sayın yazarın da, bir sabah insanların bir kısmının uyanıp "Hadi bugün gidip biraz insan öldürelim." Diyerek (bir kısım sapık olabilir de) yollara düştüğü zannında olduğunu düşünmüyorum. Tehcir edilenlere yapılan saldırıların birçok nedeni olabilir (Hırsızlık,cahillik,kin duyma,dolduruşa gelme,teşvik edilme vb.....) .
Tehcir edilenlerin başına gelebileceklerin öngörülmüş olmasını göz ardı etmesek bile, geriye dönerek (100 yıl kadar) olayı "Soykırım" diye adlandırmak yanlış olacaktır. Zaten burada taraflardan bazıları adlandırmanın ötesinde galiba tescillenme peşinde koşuyorlar.
Yapmamız gerekenin tarihi tarihçilere bırakarak "bu olaylar bugünün şartlarında olsaydı nasıl adlandırılırdı?" Sorusunun cevabıyla yetinmektedir.
Soykırım tarihi aşağıda anlatıldığı gibi 1944 yılında başlar. Ayrıca hatırladığım kadarıyla 1944 sonrası mahkemelerde 1940 lar öncesine ait alınmış bir Soykırım kararı yok. Eğer durum böyleyse siz hukukun bile geriye sarmadığı tarihi geriye dönerek yargılamaya ve isimlendirmeye çalışmakta olursunuz ve hababam ortak yaramızı deşersiniz.
Gerçek şudur;
Adı geçen olaylarda Ermeni kardeşlerimiz öldürülmüş müdür? Evet........
Bu katledilme işlemi kendi kendine olmadığına göre bu katledenler diğer yerleşik halklardan değilmi dirler? Evet.....
Olaylar öncesi Ermeni kökenli çetelerin bölge halkları üzerinde eziyeti var mıdır? Evet....
Bölge halklarından biri de Kürtler midir? Evet....
Kürt kardeşlerimiz bu olaylara karışmışlar mıdır? Evet...

Katliama teşne bir planlı göç var mıdır? Evet......

Bu kadar çok evet'in olduğu ortamda patlama için tek eksik kıvılcım dı herhalde. Görülüyor ki onun da bulunması zor olmamış.

Yukarıda bahsettiğim pencereden sonra sayın yazar bugün yeni bir pencere açtı. Erkeklerin,Malların ve Dönemin evraklarının akıbetini soruyor.
Devlet anlayışımızda bir gelişme olmadığını vurgulayarak o gün neyse bugün de o diyerek ''Bu konu bir 'Ermeni meselesi' olmaktan çoktan çıktı. Demokratikleşmenin, yeni bir Türkiye inşa etmenin ve bu sayede biribirimizin yüzüne bakabilmenin önkoşulu haline geldi.'' cümlesiyle konuyu sonlandırıyor.

Sayın yazarın dünkü son cümlesi ise şöyleydi ''Bırakalım isteyen istediği sözcüğü kullansın, yeter ki birbirimize dokunma, birbirimizi anlama isteği canlı tutulsun.''
Bu durumda soru şu;
Biri birilerinin yüzüne bakamayacak kişiler nasıl biri birilerine dokunma ve anlama hislerini canlı tutacaklar?

Zor iş Zor......




Sayın Okuyucumuz,

Yukarıdaki köşe yazısına veya ters köşe yazısına karşı yazacağınız ters köşe yazısı yazı kurulunun onayına sunulacaktır. Köşe yazılarında; küfür, hakaret ve basın yayın ilkelerine muhalefet etmeyen, adaba uygun ve yayınlamaya değer bulduğumuz fikirleri yayınlayabiliriz.

İsim / Rumuz :

Resminiz :

Avatar (Resim yüklemek istemiyorsanız yandaki avatarlardan birini seçebilirsiniz.) :

Konu :

Ters Köşe Yazınız :

Köşe yazısı için resim :

Metni Yazın Duyduğunuzu Yazın Yeniden Yükle Sesli Sorgu Al; Görsel Sorgu Al Yardım




Bu köşenin diğer yazıları;



* Parantez içerisindeki sayılar ilgili köşe yazısına yazılan ters köşe yazılarının sayısıdır.
AnasayfaAnasayfa Köşe YazarlarıKöşe Yazarları Bize UlaşınBize Ulaşın RssRss
Maxiva


Nettehaber'i Twitter'da kişi takip ediyor.